Yazı serisi: Sosyal Göçebelik ve Gelecek İnşası Arasında Gençlik Çalışmaları (II)

Serinin ilk yazısında göç sonrası özellikle Almanya’da gelişmeye başlayan gençlik çalışmalarını ele almıştık. Göç ve göçmenlik olgusunun bu zaman diliminde ortaya çıkan gençlik çalışmalarının temelinde bir şekilde hep var olduğunu ifade etmiş, bu çalışmaların çerçevesini ortaya koyan temel kıstasların göç tecrübesi, kimlik muhafazası, yabancılık hissi, birarada tutunabilme, dînin sonraki nesillere aktarımı olduğunu ifade etmiştik.

Günümüzdeki duruma yöneldiğimizde artık Türkiye’den Avrupa’ya gerçekleşen ilk göçü yarım yüzyıl geride bırakmamızla birlikte, temel paradigmalarda da bir kaymanın ortaya çıktığını görüyoruz. Özellikle göç ve göçmenlik paradigması gitgide yerleşiklik paradigması ile yer değiştirmekte. Bir ülkeden diğer ülkeye bizatihi göçme fiilini tecrübe etmiş olanların zaman dilimlerinde iyi hizmet etmiş olan unsurlar, paradigmanın yerleşikliğe kaymasıyla birlikte işlevliğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilmekteler. Göç sonrası gençlik çalışmaları da bu paradigma değişiminden etkilenen önemli unsurlardan biri olarak karşımızda durmakta.

Mevcut türk kökenli kurumlardaki gençlik çalışmalarında paradigma fiilen değişmiş olsa da, zihnen bu değişikliğin çalışmalara daha tam olarak yansımadığını görüyoruz. Çalışmaların muhatabı olan gençler bizatihi göçü ancak büyüklerin anlatımından tanımaktalar. Kendileri ile göç etmiş olmanın arasında iki nesillik, hatta üç nesillik bir mesafe oluşmuş durumda. Babalarının ve dedelerinin doğup büyüdükleri, sosyalleşmelerinin gerçekleştiği toplumsal çerçeveyi ve kültürel arka planı kendilerinin tecrübe etme imkanları olmadı. Babaları ve dedelerinin sonradan katıldıkları ve farklı olarak algıladıkları bu toplumun gerçekleri onlar için hayatları boyunca tecrübe ettikleri tek gerçeklik oldu. Ataları için eksiklik ve fazlalığın içiçice geçtiği ve onların yabancılıklarını pekiştiren toplumsal düzen torunlar için bilinebilir tek düzen haline geldi. Kendi ailelerinin ve tanıdıkları çevrenin yaşadıkları göç sonrası tecrübeler onlar için sadece bir anlatı ve söylemden ibaret olmaya başladı. Kendileri için bunları tecrübe etmek mümkün olmadığı gibi, genelde olumsuz tecrübelerin aktarıldığı bu tarihi devr almakta dahi zorluk çekmekteler.

Gençlik çalışmalarının muhatap kitlesinde nesnel bir değişimin ortaya çıkmış olmasına rağmen, bu durum çalışmaların çıkış noktasına ve hayata geçiriliş şekline halen yansımış değil. Yapı ve içerik boyutu ile Türkiye kökenli gençlik kurumlarında halen göç paradigması geçerliliğini korumakta. Günümüzde bazı noktasal değişiklikler yapılmış olsa da, temelde bir değişim sözkonusu değil. Mesela Din eğitiminde son yıllarda yerel dile de yer veriliyor olunsa da, dil değişimi müfredatın ve öğretim metodlarının ciddi manada gözden geçirilmesine sebep olmamıştır, daha çok mevcudun bire bir yerel dile tercümesi ile yetinilmiştir.

Muhatap kitle içindeki değişim ile çalışmaların şeklindeki sabitlik biraraya gelmesiyle birçok kurumda gençlik çalışmaları bir döngü içine girmiş durumda. Göç sonrası ortaya çıkan ve göç olgusundan doğan sıkıntılar ile mücadele, bunları aşmak ve eksikliklerini tamamlamaya endeksli olan çalışmaların dert edindiği kitle artık büyümüş ve kendileri çocuk sahibi olmuşlardır. Yeni muhatap kitleyi oluşturan bu çocuklar ise baba ve dedelerinin karşı karşıya kaldıkları sorunları tanımamakla birlikte kendi nesillerine özgü sorumluluk ve sıkıntılar ile karşı karşıya kalmaktalar. Babalarının sorunlarının telafisi ve kimliklerinin gelişimi için ortaya konmuş olan çalışma şekli onların ihtiyaç dünyasını karşılayamamakta, onlarla bağlantı kuramamakta.

Geldiğimiz noktada mevcut gençlik çalışmalarına geçmişe nazaran yeni gençleri çalışmalara katmakta zorluk çekildiğini söylemek mümkün. Bu tür çalışmalara katılan gençlerin sayısı en iyi ihtimalle ancak sabit tutulabilmiştir. Üçüncü ve dördüncü nesillerdeki toplam sayı artışını göz önünde tutarsak mevcudu korumak ise ulaşılan gençlik oranının gerilemiş olduğu anlamına gelmekte. Birçok kurum kendi dışındaki gençlere ulaşmayı bırakın aile bağlarından yola çıkarak zaten kendi bünyelerinde gördükleri gençleri dahi tutabilmekte zorlanmaktalar.

Belki bundan çok daha vahim olan ise, gençlik çalışmalarına katılım sağlayan gençlerin arasında dahi bu çalışmalardan etkilenenlerin oranlarının çok düşük olmasıdır. Kendi bünyesindeki gençler için dahi cazibe oluşturmakta zorluk çeken bir gençlik çalışması haliyle kendi iddiasına göre ulaşması gereken insan sayısının ve potansiyel olarak gerçekten de ulaşabileceği sayının çok gerisinde kalmakta. Bunun yansımaları arasında birçok tezatları bünyesinde birleştiren gençlerin sayısının artışıyla birlikte genelde fahri olarak yürütülen gençlik çalışmalarını devr alacak olan bir sonraki kuşağın yetiştirilmesinde ciddi manada sıkıntılar yaşanıyor olmasını görebiliriz.

Yaşanan sıkıntılar kesinlikle çalışmaları şu an yürüten insanlarda bir özveri yada gayret eksikliğinden kaynaklanmıyor. Sorun gençlik çalışmalarının sisteminde hala muhafaza edilen ama muhatap kitlede aşılmış olan paradigmada. Sorun gençlik çalışmalarının sistem olarak bu yeni paradigmayı göz ardı ediyor ve kendini muhatap kitlenin ihtiyaçlarını gözönünde tutarak yenileyemiyor oluşundan kaynaklanmakta. Yani kişilerden kaynaklanan bir sorun ile karşı karşıya değiliz, sorun sistemde.

Gençlik çalışmalarını sürdürmekte olan birçok gençlik idarecisinin bilinçli yada en azından bilinçaltında bu durumun farkında oldukları kanaatindeyim. Sıkıntıları ve zorlukları görmekle birlikte bunların sebeplerini tanımlamakta ise zorluk çekmekteler. Bazıları tıkanıklıkların sebebini kendi şahsında görmekte, olması gerektiği kadar çalışmıyor ve gayret göstermiyor olduğu düşüncesiyle kendini suçluyor ve daha fazla çalışarak, daha fazla gayret göstererek kendince gördüğü bu eksikleri kapatmaya çalışıyor. Sonuçta kendinden çok sistemden kaynaklanan bu sıkıntılar karşısında tükenmişlik ve çaresizlik duygularının artmasıyla birlikte uzaklaşmaktan başka çıkış yolu göremeyebiliyor. Bu durum ile genelde gençlik çalışmalarının temelini oluşturan özveri ve sorumluluk sahibi idareci arkadaşlar karşı karşıya kalmakta. Sonuçta sistem en çok ihtiyaç duyduğu idareci prototipini en hızlı şekilde tüketir duruma geliyor.

Bunun alternatifi olarak karşımıza çok daha yıkıcı bir etkiye sahip olan ikinci bir “başetme yöntemi” çıkmakta. Bu yöntemin temelinde inkar var. Sorunların olduğu inkarı, tıkanmanın var olduğu inkarı, muhatap kitlede bir değişimin gerçekleştiğinin inkarı. Bu yöntem olanı değil varsayılanı çalışmalarının temeline alır, muhatap kitlesini tanımaya çalışmak yerine sadece tanıdığını kendine muhatap olarak kabul eder. Bu da ancak bakış açısını yapay olarak daraltmakla mümkün olabiliyor. Kendi kendine yetiyor olma duygusunun yaygın olarak karşımıza çıktığı bu yöntem mevcut ile yetinmeyi merkeze alarak, geçmişteki var olan geniş kitlelere ulaşma iddiasını bırakın zinde tutmayı, bozulmanın asli sebebi olarak tanımlayarak terk etmeyi tercih etmekte. İlginçtir ki göç sonrası ortaya çıkan gençlik çalışma modelini muhafaza etme iddiasında olan bu “başetme yöntemi” yine bu model üzerinde en yoğun tahrifata sebep olmakta, gençlik çalışmalarının kucaklayıcılığını, bilinç geliştirme yetisini, gençlerin yaşadığı toplumdaki muhatap oldukları sorunlar ile mücadele yetisini köreltmekte. Günümüzde gençlerin ilmi ihtiyaç ve taleplerini karşılamak yerine gençleri tekrar ve malumat furuşluk kıskacında sıkıştırmaya çalışmaktadır.

Sonraki yazı: Gençlik Çalışmalarında Sistem Sorunu – Bir Analiz Denemesi
Önceki yazı: Göç Sonrası Gençlik Çalışmaları

Yazı ilk olarak Hayat Gazetesinin Aralık 2015 sayısında yayınlanmıştır: Göç Olgusundan Yerleşiklik Olgusuna Gençlik Çalışmaları.

2 thoughts on “Göç Olgusundan Yerleşiklik Olgusuna Gençlik Çalışmaları

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*