IGMG (İslam Toplumu Milli Görüş), 27 Ocak’taki “Nazilerin Kurbanlarını Hatırlama Günü” anısına sosyal medya kanallarında #WeRemember (Hatırlıyoruz) heştegi ile yahudi düşmanlığına karşı bir kampanyaya katılmışken, ertesi gün antisemitik (yahudi düşmanı) içerikler paylaşan bir imamı işten çıkarttığına dair haber ile gündeme geldi. Bonn Camii’nde görev yapan imam-hatip Mayıs 2021 tarihinde Instagram kanalında antisemitik içerikler paylaşmıştı.

Bir kaç gün öncede IGMG’nin başka bir ilahiyatçısı dikkatleri üzerine çekmişti. Bir İnstagram paylaşımında kendisinden farklı düşünen müslümanları “küfür” ile itham edip, kendi algısına göre “liberal” olduklarını düşündüğü müslümanları “virüs” olarak tanımlamıştı. Geçen sene de aynı ilahiyatçı Taliban’ı mazur gösteren ifadelerle ortaya çıkmıştı. IGMG Genel Sekreteri Bekir Altaş kendisine yöneltilen sorularda sözkonusu şahsın IGMG ile alakası olan bir ilahiyatçı olduğu bilgisini red edip, kendisinin IGMG’nin partner kuruluşu olan Hasene’de çalıştığını ve sene sonunda da orayla da ilişiğinin kesildiğini iddia etmişti. Buna rağmen sözkonusu şahıs IGMG’nin yayın organı olan Camia TV’de “IGMG Irşad Başkanlığı” bandrolü ile tanıtılmış, Islam Konseyi ve IGMG ortaklığında hazırlanan bir online video serisinin sunuculuğunu yapmış ve daha 15 Ocak 2022 tarihinde online gerçekleşen IGMG Bölge Gençlik Başkanları toplantısında IGMG Genel Başkanı Kemal Ergün’ün karşısında oturmuştu.

Continue reading

Milli Görüş Teşkilatlarının içinde birçok idarecinin dahi haberi olmadan, teşkilatın dışında neredeyse tamamıyla haber dışı kalarak 30 Mayıs 2021 tarihinde İslam Toplumu Milli Görüş (IGMG) önemli bir Genel Kurul’u sessiz sedasız gerçekleştirecekti. Genel Kurul’un önemi iki dönemdir başkanlık görevini sürdüren Kemal Ergün’ün üçüncü bir dönem için “aday” olmuş olmasından kaynaklanıyor. “Aday” kavramının tırnak içine alınmasının sebebi, üçüncü dönem için de Kemal Ergün’ün rakipsiz olarak bu seçime girmesinden kaynaklanıyor. Yani IGMG Genel Kurulu’nu adayların ve programların, fikirlerin ve değerlendirmelerin yarıştığı bir ortam olarak tasavvur etmememek gerekiyor. Aslında herşeyin önceden belli olduğu, sonucunda kolay bir şekilde kestirilebilcek Dernekler Hukuku’nun şart koştuğu meçburi bir faaliyet.

Bu sessizliği Pazar günü gerçekleşecek olan Genel Kurul’un tam arefesinde, Cumartesi günü yapılan bir açıklama bozdu. Açıklamayı yapan Hakkı Çiftçi, uzun yıllardır IGMG Divanı’nın üyesi, Kemal Ergün’ün en yakınında ve en çok güvendiği yol arkadaşlarından biri, Kemal Ergün’ün ilk İmam olarak göreve başladığı Bölge’nin Bölge eski Başkanı, hatta Kemal Ergün’ün başkanlığa giden yolunda önemli figürlerden biri. Kemal Ergün’ün Necmettin Erbakan’ın ölüm döşeğinde başkan olarak işaret edilmesinde idaresinde olsun denilen diğer iki kişiden biri.

29 Mayıs 2021 tarihinde Hakkı Çiftçi kişisel Facebook hesabından şu açıklamayı kamuoyu ve daha çok teşkilat müntesipleri ile paylaştı:

“İSLAM BİRLİĞİ İLE AMGT’DEN İGMG’YE.
Selamlar Aziz dostlarım, dava kardeşlerim,
Dr Yusuf Zeynel Abidin (Rah) Osman Yumakoğulları (Rah) Ali Yüksek, Dr Yusuf Işık, Dr M.Sabri Erbakan, Yavuz Çelik Karahan, Kemal Ergün bașkanlarımız ile hizmet etme ve 40 yılına şahitlik etme fırsatı bulduğum ve ait olmaktan şeref duyduğum camiamızdaki idari görevlerimi divanımızın takdirine bırakarak ayrılıyorum.
3 yıl Divan üyesi olarak görev yapma fırsatı veren muhterem dava büyüğüm Yavuz Çelik Karahan abime, 10 yıl (2 Dönem) beraber olduğum yol arkadaşım Kemal Ergün hocamıza hüsnü teveccühlerinden dolayı teşekkür ediyorum.
Hakkı üstün tutmayı, adalet, barıșı ve huzurun tüm evren için mücadelesini verdiğimiz davamızın kıyamet sabahına kadar devamını yüce Allah’tan temenni ediyorum.
Davamıza hizmet için kurduğumuz ve mensubu olmaktan daima şeref duyduğumuz teşkilatımıza yol aydınlığı, selamet ve esenlikler temenni ediyorum.
Görev yaptığım dönemde MYK, Bölge Başkanı, BYK, ȘYK üyesi Şube başkanı, KT, KGT, GT, Üniversiteliler birimimize ve birimde görev yaptığım tüm dostlarıma sonsuz şükranlarımı arz ediyorum.
Teşkilat ve özel yaşamların’da başarı ve mutluluklar diliyorum.
Haklarınızı helal ediniz, benden yana helal olsun.”

Continue reading

(Metnin almanca aslını karahan.net adresinde bulabilirisiniz)

Avrupa ülkelerindeki Islam ve Müslümanlar hakkındaki tartışmalar, yeni boyutlar kazanmış durumda. Yayımlanan makale ve yazıların sayıları artmasına rağmen islami cemaatler bu ortamlarda halen seslerini duyuramamaktalar. Basın ve kamuoyu için cemaatlerden, bırakın genel toplumsal gelişmeler hakkında, kendileriyle ilgili basit, sıradan konularda bile birkaç cümlelik demeç alabilmek neredeyse imkansız gibi.

Buna ek olarak kendilerini temsilde merkeze alan bazı cemaatlerimizin söylem ve eylemlerinde ortaya çıkan tezatlar da, irtibatı ve katılımı daha da zor hale getirmekte. Özellikle cemaatlerin merkezleri ile farklı birimleri tarafından birbiriyle çelişen içerikler ve tutumlar paylaşıldığında, söylenenlerin kurumsal çizginin gereği olarak mı, yoksa günü kurtarmaya yönelik sıfır içerikli ifadeler mi olduğunu ayırt etmek adeta imkansız gibi.

Olayı açıp, ne demek istediğimi şu an güncel olan bir gelişmeyi irdeleyelim. Yola çıkış noktamız Fransa’daki altı Milli Görüş Teşkilatları Bölgesi’nin oluşturduğu Confédération Islamique Milli Gorus France (CIMG)’in bir basın açıklaması. 19 Kasım’da yayınlanan açıklamada, CIMG, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un davet ettiği ve “Fransız Müslümanları Kültür Konseyi” (CFCM) ile birlikle katıldığı zirvede kararlaştırılan konuları kamuoyu ile paylaşıyor. Zirvede CFCM ve üye kuruluşları Fransa’daki imamların zorunlu değerler manzumesi olarak kabul etmeleri gereken bir “Cumhuriyetçi Değerler Bildirgesi”ni iki hafta içinde hazırlama görevini üstlendiler. Ayrıca imamların eğitiminden ve görevlendirmesinden sorumlu olacak CFCM bünyesinde bir “Milli Imam Konseyi”nin kurulması karara bağlandığını öğreniyoruz. Açıklamaya göre konseyin sorumlulukları sadece Imam Eğitimi’ni şekillendirmekle sınırlı kalmayacak, aynı zamanda yurt dışından Fransa’ya imam getirilmesininde önünü kesmiş olacak.

Continue reading

Almanya Müslümanları Koordinasyon Kurulu (KRM) Salı günü yayınladığı bir Basın açıklamasıyla genişleyeceğini duyurdu. Mevcut dört üyesinin yanı sıra (DİTİB, İslam Konseyi, İslam Kültür Merkezleri Birliği, Almanya Müslümanları Merkez Konseyi) Fas, Bosna ve Arnavutluk kökenli cemaatler de Kurul’a katılacakmış. Bu gelişmeyle KRM kuruluşundan beri geçen 12 yıldan sonra ilk defa kurumsal olarak bir gelişme ortaya koymuş olacak. Son yıllarda KRM çevresinde hakim olan sessizlikten sonra, böyle bir adım kurul için ciddi bir atılım anlamına gelebilirken, yayınlanan açıklama atılımdan çok çaresizlik emareleri ortaya koymakta.

KRM için bu son gelişme ilk genişleme denemesi değil. KRM Mart 2007 yılında Almanya’daki müslümanlar için bizzat temsil kurumu olmak için değil, böyle bir mercinin oluşmasını sağlamak için kurulmuşdu. Geçen 12 yıllık sürede bu hedefe farklı sebeplerden dolayı ulaşılamadı.

Continue reading

Almanya’daki cemaat yapılarımızda günden güne ortaya çıkan bir sorun ile karşı karşıyayız: ortaya konulan temsilin içerikle doldurulamıyor olması. İşbirliği yaptıkları ve resmi kurumların temsilcileri bu yüzden sık sık müslüman cemaatlerin temsilcileri ile görüşmeler için biraraya geldiklerini ama içerik olarak karşı taraftan pek de bir şeyin gelmediğinden şikayet etmekteler. Almanya’daki müslüman camia olarak son zamanlarda herbirimizi ilgilendiren konularda da cemaatlerin nasıl bir tutuma sahip olduklarını öğrenmekte sorun çekiyoruz.

Bu yönde dile gelen şikayetlerde son yıllarda bir farklılaşma ortaya çıkmaya başladı. Artık sadece eksik kalan içerikler değil, temsilin dahi gerçekleştirilmediğine dair şikayetler duyulmaya başlandı. İslami cemaatler ile irtibatta bulunmak isteyen hatta onlarla ortak çalışmak isteyenler artık herhangi bir muhatap bulamamaktan dert yanmaktalar.

Continue reading

Göçün 60’ıncı yılını doldurmak üzereyken bu sorunun halen bir geçerliliği olabilir mi? Ilk gelenlerin artık torunlarının çocukları bu topraklarda dünyaya gelirken, gelen ilk nesil dahi hayata gözünü çoğunlukla bu topraklarda yumarken, böyle bir sorunun gerçekten bir karşılığı var mı?

Toplum olarak bu konuyu geniş olarak tartışmışlığımız yok, ama kabul edelim, toplum olarak temellerin duruşmasından, eğer ucu bize de dokunacaksa, pek de haz etmeyiz. Korkutur bizi, dile getirmek istemediklerimizi, hatta aklımıza bile getirmek istemediklerimizi söylemek zorunda kalırız diye. Bu soru son yıllarda, çok daha yoğun bir şekilde 90lı yılların sonunda ve 2000li yılların başında bazı yazar-çizerimiz tarafından ele alınmış olsa da, geniş bir kitlenin gündemini eylemde olsa da düşüncede çok da fazla meşgul etmemiştir.

Almanya’da ve Avrupa’da oluşturabildiğimiz en büyük sivil toplum kurumlarımız arasında olan dini cemaatlerimiz hayatın bir gerçekliği olarak bu soruyu 90’lı yılların ortasından itibaren “Evet, biz aslında artık buralıyız, buralı olmalıyız” şeklinde cevaplamaya başlamışlardı.
Peki ne oldu da, geniş tartışmaların sonucu olmasa da, az sayıda düşünürün genel olarak kabul gören bu kalıcılık öngörüleri terk edilmeye başlandı? Continue reading

Göçmen toplumu olarak kurumsal tarihimizde hemşehri dernekleri en eski kurumlarımızın başında gelmekteler. Hemşehri dernekleri daha iç göç ile tanıştığımız dönemlerde karşımıza çıkmışlardı. Sivil Toplumu nispeten zayıf olarak değerlendirmemiz gereken dönemlerde göç eden insanlarımız için hemşehri dernekleri ilk kurumsallaşma ve dernekleşme tecrübesini oluşturmaktaydı. Avrupa’ya göçün başlamasıyla birlikte hemşehri derneklerinin bu coğrafyaya da taşınması doğal bir süreç olarak karşımıza çıkmakta.

Özellikle Almanya’da hemşehri dernekleri daha 80lı yıllarda başka bir kurumsallaşma şeklinin gölgesinde kalmaya başladı: dini cemaatlerin. Cemaatlerin 90lı ve 2000li yıllardaki hayatın tüm alanını kapsama iddiası hemşehri derneklerinin faaliyet alanlarını da daraltmıştı. İl, ilçe hatta köy seviyesinde dernekleşmenin gerçekleştiği derneklerin varlık sebebi genelde hemşehrilerin bir araya gelebilmesi ve geldikleri memleketlerinin altyapısına yönelik maddi destekler ile sınırlı kalmaktaydı. İş araçları, ambulanslar hatta hatta üniversite binalarına kadar bir çok alanda memleketlerine destek sağlamak isteyen derneklerin hizmetleri genelde maddi destek aktarımı ve yurt dışındaki hemşehrilerini zaman zaman buluşturmakla sınırlı kalmaktaydı. Continue reading

Son bir iki yılın gerilimi bol tartışma süreçlerine baktığımızda müslüman cemaatlerin ve Türkiye kökenli insanların kurdukları Sivil Toplum Kuruluşları’nın (STK)  temsilcileri bir tartışmadan diğerine koşmak zorundalar. Bu süreçte cemaatler ve STK’lar talep ve ihtiyaçlarını olması gerektiği şekilde kamuoyu ile paylaşabiliyorlar mı, bu konu tartışmalı.

Özellikle konuya kamuoyu ilişkileri açısından bakıldığında cemaatlerin ve STK’ların içeriklerini kendilerinin belirledikleri ve kendi görüş ve fikirlerini paylaşabildikleri bir kamuoyu ilişkisine halen sahip olamadıklarını ve kendi taleplerini gündeme getiremediklerini görüyoruz. Tam tersine basın ve siyasette cemaat ve STK’larımızı kendi gündemleri ile değil, haklarında dışarıdan gündem oluşturulduğunda ancak görebiliyoruz. Cemaat ve STK’larımız bu durumda kamuoyunun önüne ancak tepkisel aktörler olarak çıkabilmekteler. Belli bir orjinaliteye sahip fikir ve görüşlerini ortaya koyamamaları da geniş bir kamuoyunun dikkatini kurumların faaliyet ve kazanımlarının üzerine çekmekte başarısız kalmaktalar. İçerik olmadığında da, cemaat ve STK’larımızın aktif bir şekilde kamuoyunda yer edinme gibi bir uğraşın içinde olmaları zor. Nitekim bu durumda kamuoyu ile paylaşacak nelerinin olduğu da ayrı bir soru.

Sorun nerede diye araştırdığımızda bu durumun özrü olarak yeterli kaynağın, maddi ve personel olarak, var olmadığını duyarız. Özellikle “kaynak eksikliği” özrü bir tabiat kanunu kesinliğinde değişmez bir durum olarak algılanır ve yansıtılır. Cemaat ve STK’ların kurumsal yapılarına göz attığımızda en azından geçmişte olduğu gibi dil engelinin nispeten ortadan kalktığını görüyoruz. Kamuoyu ile ilişkilerde en azından yerel dili bilmemek kurumsal bir handikap olmaktan çıkmış durumda. Yerel şubelerde dahi kamuoyu ilişkilerini yerel dilde sürdürecek ve geliştirecek kapasiteye sahip insanlar mevcut. Ama kamuoyu ilişkileri gibi bir konuda yerel dili bilmek bir ön şart olduğu kadar, yerine getirilmesi gereken tek şartta değildir. Mesela daha geçtiğimiz ay yoğunlaşan ve ARD kanalında yayınlanan “Moscheereport” (Cami Reportajı) bağlamında ortaya çıkan tartışmalar, basın ile sürdürülmesi gereken ilişkilerde sadece yerel dili, yani bu durumda Almanca’yı bilmenin yeterli olmadığını gösterdi. Bu alanda faal olan birçok aktör bu noktadaki yetersizliğinin ne yazık ki farkında dahi değil. Hatta basın ile sürdürdükleri ilişki şekli en hafif tabirle naif olarak tarif edilebilir. Continue reading

Veliler olarak çocukların azami bir din eğitimine sahip olabilmeleri geniş kesimler tarafından bir ihtiyaç olarak kabul edilir. Kendi hayatlarında dini emir ve nehiyleri çok da fazla dikkate almayan veliler dahi çocuklarının en azından temel bir dini eğitime sahip olmalarını gerekli olduğunu düşünmekteler. Özellikle çocuklarının ahlaki gelişimleri için ana unsurların arasında görülen din eğitimi Avrupa ortamında camilerde yada en azından cami cemiyetleri tarafından işletilen din eğitim kurumlarında yerine getirilmekte.

Birçok camimizde din dersine katılan çocukların velilerinin önemli bir kısmı camiyi ayakta tutan cemiyetin üyesi dahi olmayabiliyor. Ama yine de camideki din eğitimi bu kesim tarafından dahi tercih ediliyor.

Din eğitimi alanında son yıllarda ciddi manada gelişmeler katedildi. Birçok kurum kendi eğitim müfredatı ve materyallerini hazırlamaya başladı, geçmişte sadece cami imamının görev alanında görülen bu alan artık daha çok din eğitmenleri tarafından doldurulmakta. Genel itibari ile din eğitiminde değişmeyen bir unsur varsa, o da eğitim dili olarak Türkçe’nin kullanılıyor olmasıdır. Continue reading

2017 yılı siyaseten Almanya’daki Türkiye kökenlilerin heyecan ve endişeyi çokça yaşayacağımız bir yıl olacaktır. Üç eyalet seçimi -ki bunların arasında hem Almanya’nın en kalabalık hem Türkiye kökenlilerinin de en yoğun oldukları Kuzey Ren Vestfalya eyaleti de bulunmakta- ve Eylül ayında gerçekleşecek olan Federal Parlamento Seçimi önümüzdeki yılın gündeminde yoğun yer edinecekler.

Türkiye kökenlilerin gündemini bu bağlamda iki konu özellikle meşgul edecektir: Aşırı sağın gelişimi ve Türkiye kökenli adayların durumu. İlk konuyu başka bir yazıya bırakıp bu yazıda daha çok Türkiye kökenlilerin siyasi partilerdeki rollerini ele alacağız. Continue reading