Göçün 60’ıncı yılını doldurmak üzereyken bu sorunun halen bir geçerliliği olabilir mi? Ilk gelenlerin artık torunlarının çocukları bu topraklarda dünyaya gelirken, gelen ilk nesil dahi hayata gözünü çoğunlukla bu topraklarda yumarken, böyle bir sorunun gerçekten bir karşılığı var mı?

Toplum olarak bu konuyu geniş olarak tartışmışlığımız yok, ama kabul edelim, toplum olarak temellerin duruşmasından, eğer ucu bize de dokunacaksa, pek de haz etmeyiz. Korkutur bizi, dile getirmek istemediklerimizi, hatta aklımıza bile getirmek istemediklerimizi söylemek zorunda kalırız diye. Bu soru son yıllarda, çok daha yoğun bir şekilde 90lı yılların sonunda ve 2000li yılların başında bazı yazar-çizerimiz tarafından ele alınmış olsa da, geniş bir kitlenin gündemini eylemde olsa da düşüncede çok da fazla meşgul etmemiştir.

Almanya’da ve Avrupa’da oluşturabildiğimiz en büyük sivil toplum kurumlarımız arasında olan dini cemaatlerimiz hayatın bir gerçekliği olarak bu soruyu 90’lı yılların ortasından itibaren “Evet, biz aslında artık buralıyız, buralı olmalıyız” şeklinde cevaplamaya başlamışlardı.
Peki ne oldu da, geniş tartışmaların sonucu olmasa da, az sayıda düşünürün genel olarak kabul gören bu kalıcılık öngörüleri terk edilmeye başlandı? Continue reading

Yazı serisi: Sosyal Göçebelik ve Gelecek İnşası Arasında Gençlik Çalışmaları (II)

Serinin ilk yazısında göç sonrası özellikle Almanya’da gelişmeye başlayan gençlik çalışmalarını ele almıştık. Göç ve göçmenlik olgusunun bu zaman diliminde ortaya çıkan gençlik çalışmalarının temelinde bir şekilde hep var olduğunu ifade etmiş, bu çalışmaların çerçevesini ortaya koyan temel kıstasların göç tecrübesi, kimlik muhafazası, yabancılık hissi, birarada tutunabilme, dînin sonraki nesillere aktarımı olduğunu ifade etmiştik.

Günümüzdeki duruma yöneldiğimizde artık Türkiye’den Avrupa’ya gerçekleşen ilk göçü yarım yüzyıl geride bırakmamızla birlikte, temel paradigmalarda da bir kaymanın ortaya çıktığını görüyoruz. Özellikle göç ve göçmenlik paradigması gitgide yerleşiklik paradigması ile yer değiştirmekte. Bir ülkeden diğer ülkeye bizatihi göçme fiilini tecrübe etmiş olanların zaman dilimlerinde iyi hizmet etmiş olan unsurlar, paradigmanın yerleşikliğe kaymasıyla birlikte işlevliğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilmekteler. Göç sonrası gençlik çalışmaları da bu paradigma değişiminden etkilenen önemli unsurlardan biri olarak karşımızda durmakta.

Mevcut türk kökenli kurumlardaki gençlik çalışmalarında paradigma fiilen değişmiş olsa da, zihnen bu değişikliğin çalışmalara daha tam olarak yansımadığını görüyoruz. Çalışmaların muhatabı olan gençler bizatihi göçü ancak büyüklerin anlatımından tanımaktalar. Kendileri ile göç etmiş olmanın arasında iki nesillik, hatta üç nesillik bir mesafe oluşmuş durumda. Babalarının ve dedelerinin doğup büyüdükleri, sosyalleşmelerinin gerçekleştiği toplumsal çerçeveyi ve kültürel arka planı kendilerinin tecrübe etme imkanları olmadı. Babaları ve dedelerinin sonradan katıldıkları ve farklı olarak algıladıkları bu toplumun gerçekleri onlar için hayatları boyunca tecrübe ettikleri tek gerçeklik oldu. Ataları için eksiklik ve fazlalığın içiçice geçtiği ve onların yabancılıklarını pekiştiren toplumsal düzen torunlar için bilinebilir tek düzen haline geldi. Kendi ailelerinin ve tanıdıkları çevrenin yaşadıkları göç sonrası tecrübeler onlar için sadece bir anlatı ve söylemden ibaret olmaya başladı. Kendileri için bunları tecrübe etmek mümkün olmadığı gibi, genelde olumsuz tecrübelerin aktarıldığı bu tarihi devr almakta dahi zorluk çekmekteler. Continue reading